GENEL GİRİŞ
Ekonominin önemli konularından olan faiz, uygulama açısından hukukun da yakından ilgilendiği bir alandır. Hukukun diğer alanlarında olduğu kadar, iş hukukunda da yoğun biçimde karşımıza çıkan faizle ilgili sorunlar, uygulanacak faizin türü ve faizin başlama tarihini ifade eden temerrüt tarihinin belirlenmesidir. İş hukukunda alacak türlerine göre değişik temerrüt faizleri uygulanmaktadır. Bunlar; yasal faiz, en yüksek mevduat faizi, en yüksek işletme kredisi faizi ve az da olsa uygulama alanı bulan akdi faizdir. Bu temerrüt faizlerinin hangi tarihten itibaren işleyeceği konusu ise, iş hukukunda alacak türleri ve farklı olgulara bağlı temerrüt tarihleri açısından daha önceki bir makalemizde incelenmişti.[1] Anılan makalemizin yazılış ve yayınlanış tarihinde henüz hukuk dünyamızda henüz arabuluculuk uygulaması olmadığından, arabuluculuğun temerrüt işlevi görüp görmeyeceğine değinilmemişti. 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 3’üncü maddesinin 01.01.2018’de yürürlüğe girmesi ile iş hukukunda zorunlu arabuluculuk başlamış ve iş davalarının büyük kısmı için dava şartı haline gelmiştir. İşçinin işverene ve işverenin de işçiye açacağı alacak davalarında hangi durumlarda temerrüde düştüğünü, az önce bahsettiğimiz makalede incelediğimiz için, bu defa bu temerrüt olgularına ilave olarak arabuluculuk olgusu da temerrüt işlevi açısından bir Yargıtay kararı bağlamında inceleme konusu yapılmıştır. Sonuca ulaşabilmek için faiz hukukunun en önemli ve temel kavramları olan “muacceliyet” ve “temerrüt” kavramları üzerinde durulacak ve daha sonra arabuluculuğun temerrüt açısından ne anlama geldiği ve Yargıtay’ın incelediğimiz kararında ulaştığı sonuç üzerinde durulacaktır.
KARAR METNİ
Yargıtay’ın iş davalarını inceleyen dairesi olan 9. Hukuk Dairesi ile Bölge Adliye Mahkemelerinin muhtelif kararlarında arabuluculuğun temerrüt işlevi gördüğü yönünde kararlar verilmiş olup, burada Yargıtay 9. HD’nin aşağıda metni verilen kararı “arabuluculukta temerrüt” açısından incelenecektir. Karar metni şu şekildedir:
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi
Tarih: 24.02.2022
E.2022/1182
K.2022/2404
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının, davalı idareye ait işyerinde 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname kapsamında sürekli işçi kadrosunda çalıştığını, davacının sürekli işçi kadrosuna geçerken davalı idare ile belirsiz süreli hizmet sözleşmesi imzaladığını, imzalanan sözleşmenin ücret kısmında asgari ücretin belirli bir oran fazlası şeklinde belirleme yapıldığını 2019 yılında ise davacının rızası hilafına temel ücretinin düşürüldüğünü, 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen geçici 23. madde gereğince 2018 yılında yapılan ödeme ile davacı lehine kazanılmış hak oluştuğunu, 4857 sayılı Yasanın 62. maddesi gereğince ücretin düşürülemeyeceğini, ücretten indirime gidilmesi halinde bunun çalışma şartlarında esaslı değişiklik niteliği taşıdığını, bu değişikliğin işçi tarafından yazılı olarak kabul edilmesinin yasal zorunluluk olduğunu, işveren tarafından bu kurallara uyulmadığını iddia ederek fark işçilik ücreti, ilave tediye ve ikramiye alacaklarının hüküm altına alınmasını talep etmiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; yürürlükteki mevzuata uygun işlem yapılarak davacının ücretinin eksiksiz ödendiğini, ücret farkı talebinin yerinde olmadığını savunarak davanın reddini talep etmiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti:
İlk Derece Mahkemesince, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak davanın kabulüne karar verilmiştir.
İstinaf Başvurusu:
İlk Derece Mahkemesinin kararına karşı, davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararının Özeti:
Bölge Adliye Mahkemesince, davalının istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Temyiz Başvurusu:
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
Gerekçe:
1-Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, taraflar arasındaki sözleşmeye, dava şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile temyiz olunan kararda belirtilen gerekçelere göre davalı vekilinin aşağıdaki bentlerin dışındaki temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
2-7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 3/1 maddesi uyarınca “Kanuna, bireysel veya toplu iş sözleşmesine dayanan işçi veya işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade talebiyle açılan davalarda, arabulucuya başvurulmuş olması dava şartı” olarak düzenlenmiş olup maddenin 2. fıkrasında ise “Arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması hâlinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilir.” denilmiştir.
Somut olayda; davacı vekili tarafından, davalı Bakanlığa bağlı işyerinde ihale ile hizmet alımı yapılan alt işveren şirketler nezdinde çalışmakta iken, 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 127. maddesi ile 375 sayılı Kanun Hükmün Kararname’ye eklenen geçici 23. maddesi kapsamında 02.04.2018 tarihinde sürekli işçi kadrosuna geçirilmiş olan davacı işçinin, geçiş esnasında tanzim edilen belirsiz süreli iş sözleşmesinin aylık ücretin düzenlendiği 7. maddesinde yazılı bulunan oran dikkate alınmaksızın temel ücretinin hatalı belirlenmesi nedeniyle ücret, toplu iş sözleşmesine dayalı ücret farkları, ikramiye ve ilave tediye alacaklarının eksik ödendiği iddiasıyla arabulucuya başvurulmuş, sürecin anlaşamama ile sonuçlanması üzerine 30.03.2020 tarihli son tutanak dava dilekçesine eklenerek 15.12.2020 tarihinde dava açılmıştır. Bununla birlikte mahkemece hükme esas alınan ve davacının ıslahına dayanak oluşturan bilirkişi raporundaki dava konusu alacaklara ilişkin hesaplamalar 14.09.2020 tarihine kadar yapılmıştır. Arabuluculuk faaliyeti ise, tarafların anlaşamadığına ilişkin düzenlenen son tutanak tarihinden önce muaccel olan alacaklar için gerçekleştirilmiştir.
Arabuluculuk son tutanak tarihinden sonra ihtilaf konusu olan, son tutanak tarihi ile 15.12.2020 tarihi arasında kalan talep dönemi için arabuluculuk dava şartının yerine getirilmediği dikkate alındığında, bu dönem yönünden davanın dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmesi gerekir iken yazılı şekilde hüküm kurulması yerinde değildir.
3- Mahkemece hüküm altına alınan fark ücret alacaklarına bilirkişi raporunda belirtilen temerrüt tarihlerinden itibaren bankalarca mevduata uygulanan en yüksek banka mevduat faizi işletilmesine karar verilmiştir. Söz konusu bilirkişi raporunda temerrüt tarihi olarak her ayın 15.günü belirtilmiştir. Örneğin, davacının Ocak 2020 tarihine ilişkin fark ücreti hesaplanmış ve bu döneme ilişkin temerrüt tarihi 15.02.2020 olarak belirlenmiştir.
Yine mahkemece hüküm altına alınan fark ikramiye alacağına bilirkişi raporunda her bir dönem için belirtilen temerrüt tarihlerinden itibaren bankalarca uygulanan en yüksek işletme kredisi faizi işletilmesine karar verilmiştir.
Taraflar arasında imzalanan iş sözleşmesinin 7. maddesinde ise “işçiye yapılacak ödemelere ilişkin hesap dönemi, her ayın 15’i ile bir sonraki ayın 14. Günüdür” denilmektedir.
Yine, Yüksek Hakem Kurulu kararıyla bağıtlanan en son Toplu İş Sözleşmesinin ikramiyeye ilişkin hükmünde; “İşçilere Ocak ve Temmuz aylarında 5’er günlük olmak üzere yılda toplam 10 günlük (5×2=10) ücretleri tutarında ikramiye ödenir” şeklinde düzenleme bulunmaktadır. Bu hükümlerde ödeme için tereddüde yer vermeyecek şekilde belirli ya da kesin bir vade söz konusu olmadığından kendiliğinden temerrüt gerçekleşmez.
Ayrıca mahkemece hüküm altına alınan fark ilave tediye alacağına bilirkişi raporunda her bir dönem için belirtilen temerrüt tarihlerinden itibaren yasal faizi işletilmesine karar verilmiştir. 6772 sayılı Kanunun 4’üncü maddesine göre de, ilave tediye alacağının ödeme zamanını, Bakanlar Kurulu belirler. Bakanlar Kurulunun kararı ile ilave tediye alacağı muaccel hale gelir. Ödeme zamanı taraflarca kararlaştırılmadığından, temerrüt için alacaklının ihtarına gerek vardır.
Dairemizin yerleşik uygulaması uyarınca, işçi muaccel alacaklarını tek tek belirtmek kaydıyla ihtarname ile işvereni temerrüde düşürebilir. Söz konusu ihtarnamede alacak miktarlarının belirtilmesi gerekmez. Dava tarihinden önce yürütülen arabuluculuk süreci sonucunda anlaşma yapılamadığına dair düzenlenen son tutanak bu bağlamda değerlendirildiğinde dava konusu alacakların dava tarihinden önce arabuluculuk aracılığıyla talep edilmesi karşısında davalı işverenin arabuluculuk son tutanak tarihi itibariyle temerrüde düştüğünün kabulü gerekmektedir. Bu sonuç davalı işverenin usulüne uygun davet edilmesine rağmen arabuluculuk görüşmelerine katılmadığı durumlarda da geçerlidir. Dolayısıyla mahkemece hüküm altına alınan fark ücret, fark ikramiye ve fark ilave tediye alacaklarına daha önce temerrüdün gerçekleştiği ispat edilemediğinden, arabuluculuk son tutanak tarihinden itibaren faiz işletilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
4-Ayrıca 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen geçici 23. madde, kamuda sürekli işçi kadrosuna geçirilen işçilerin ücretlerinin tespitinde uygulanacak kuralları belirlemekte olup burada söz konusu olan Yüksek Hakem Kurulu kararıyla bağıtlanan en son Toplu İş Sözleşmesi, davacının 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu hükümlerine göre yararlandığı bir Toplu İş Sözleşmesi değildir. Bu itibarla davacının ikramiye farkı alacağı talebine banlalarca en yüksek işletme kredisi faizi uygulanması isabetsiz olup en yüksek banka mevduat faizine hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi hatalıdır.
Sonuç:
Temyiz olunan, İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA, İlk Derece Mahkemesi kararının yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, bozma kararının bir örneğinin kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine 24/02/2022 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
MUACCELİYET VE TEMERRÜT KAVRAMLARI
Faiz olgusunun “muacceliyet” ve “temerrüt” kavramları ile olan yakın ilgisi, öncelikle bu kavramlar üzerine durmamızı gerektirmektedir. Faizi izah edebilmek için bu kavramlara değinmek ve bu kavramlardan yararlanmak gerekir. Temerrüdün genel şartı, borcun (alacağın) muaccel olmasıdır.
Muacceliyet, Yılmaz’ın Hukuk Sözlüğü’nde, “borcun ivedili olması; borcun vadesinin gelmiş olması” şeklinde açıklanmaktadır.[2] Borcun muaccel (vadesi gelmiş) olması için, müeccel (vadeye bağlanmış) bir borcun söz konusu olması gerekir. Müeccel (vadeye bağlanmış) bir borcun, alacaklı tarafından talep edilebilmesi için muaccel duruma gelmiş olması yani vadesinin gelmiş olması gerekir. Buradaki “vade” kavramını, tarafların belirledikleri bir vade (tarih) olarak dar değil, “alacaklının alacağını isteyebileceği gün” şeklinde geniş anlamak gerekir. Kanunda tanımlanmamış olan muacceliyet, alacaklının borçludan borçlanılan edimi talep ve dava edebilme yetkisini ifade eder.[3] Edanın zamanla ilgili yönünü muacceliyet oluşturur.[4] Başka bir deyişle, alacaklının ödemeyi talep hakkını kullanabileceği, borçlunun ise ödemede bulunmaktan kaçınamayacağı zaman noktasına ulaşılması, başka deyişle, ödeme zamanının gelmiş olmasıdır.[5]
Vadesi gelmemiş bir borcun alacaklı tarafından istenebilmesinin koşulları oluşmamış demektir. İstenebilmesi için koşulların oluşması gerekir. Alacağın muaccel olacağı an ya tarafların anlaşması veya bir ihbar ya da kanun hükmü veya hukuki işlemin mahiyeti ile belirlenir. Bu söylenenlerden biri yoksa, BK. md. 74’e göre (yeni BK’da 90. md.) alacak doğduğu anda muaccel olur.[6] Para borcunun muaccel olması demek, para alacaklısının edayı talep ve bu maksatla borçluyu dava edebilecek vaziyette olması, onun edayı talep edebilmesine kanuni veya akdi bir engelin bulunmaması demektir.[7] Sonuç olarak, muacceliyet anı, borcun ödenmesi gerektiği yani borcun ifasının talep edilebilir (alacağın istenebilir) hale geldiği zamandır diyebiliriz. Muacceliyetin gerçekleşmesiyle birlikte alacaklı ödeme talebinde bulunma yetkisini kazanır. Borçlu da artık ödeme yükümlülüğünü yerine getirmek mecburiyetindedir.[8]
Yargıtay 9. HD’nin bir kararında da muacceliyet için; “Borçlar Kanunu’nun 101. maddesince, borcun muaccel olması, ifa zamanının gelmiş olmasını ifade eder. Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan söz edilemez” denmektedir.[9] Bu kararda da görüleceği üzere, muacceliyet, “borcun ifa zamanının gelmiş olması” olarak tanımlanmaktadır. Yine bir başka kararda da “muacceliyet, alacaklının borçludan borçlanılan edimi talep ve dava edebilme yetkisidir. Borç muaccel olmadan borçlu temerrüdü söz konusu olmaz” denmektedir.[10]
Borcun ifa zamanının gelmiş olması (muaccel olması), faizin başlaması için yeterli değildir. Muaccel bir para alacağına faiz işletilmesi için, alacağın temerrüde uğramış olması gerekir. Para borçlarında temerrüdün en önemli işlevi alacaklıya faiz talep edebilme hakkını sağlamış olmasıdır. Bu husus bir Yargıtay kararında da; “temerrüt, alacağa talep edilecek faizin başlangıcı bakımından önemlidir” şeklinde vurgulanmıştır.[11]
Temerrüt; direnme, borcun ifasında gecikme, borçlunun borcunu ödememekte veya alacaklının alacağını almamakta direnmesi demektir.[12] Serozan, bu direnmenin düzayak ve yalınkat bir geciktirme değil, nitelikli bir direniş olduğunu belirtir.[13]Borçlunun borcunu ödememesine borçlunun temerrüdü denilmektedir. Borçlu borcunu ödemezse yani temerrüde düşerse alacaklıya gecikilen günler için anaparanın yanında ilave bir para daha ödemesi gerekir ki, buna temerrüt faizi denmektedir.
Temerrüt faizinin istenebilmesi için bazı koşulların gerçekleşmiş olması gerekir. Temerrüdün ilk şartı alacağın muaccel olması,[14] yani talep edilebilir (istenebilir) durumda olmasıdır. Muaccel olmayan bir alacağın temerrüdünden de bahsedilemez. Çünkü temerrüt, zaman açısından muaceliyetle birlikte veya muacceliyetten sonra gelir. Alacaklı açısından borçlunun temerrüde uğraması için, o alacağı talep etmenin önünde hiçbir engelin kalmamış olması gerekir. Borçlu herhangi bir nedenle ifadan kaçınma hakkına sahipse ve bu hakka dayanarak borcunu ifa etmiyorsa temerrüt sözkonusu olmaz. [15] Örneğin ifa zamanının gelmiş olmasına karşın, ifa isteğine karşı zamanaşımı veya ödemezlik def’i gibi ifadan kaçınmaya yasal olanak veren bir haktan fiilen yararlanan bir borçlu mütemerrit duruma düşmez. Temerrüdün önlenebilmesi için def’i olanağının varlığı yeterli olmayıp, borçlu def’i hakkını fiilen kullanmış olmalıdır.[16]
Yargıtay da temerrüt kavramını, “temerrüt, en kısa tanımıyla, alacaklı tarafından talep edilebilir (muaccel) hale gelmiş bir borcun ifasındaki gecikmedir ve kural olarak, bu tür (muaccel) bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarı ile temerrüde düşer (BK. m. 101/1). Başka bir ifadeyle, temerrütten söz edilebilmesi için, öncelikle muaccel bir borcun ve alacaklının o borca yönelik ihtarının bulunması gerekir. Kural böyle olmakla birlikte, borçlunun temerrüde düşmesi için alacaklının ihtarının gerekmediği bazı durumlar da vardır; örneğin, ifa günün taraflarca birlikte kararlaştırıldığı (BK. m. 101/2), borçlunun borcu ifa etmeyeceğini bildirmiş olduğu veya hal ya da durumundan bu sonuca varılabildiği (BK. m. 107/1) hallerde, temerrüdün gerçekleşmesi için alacaklının ihtarına gerek yoktur” şeklinde açıklamaktadır.[17]
İş hukukundan bir örnek verecek olursak; ihbar tazminatında muacceliyet tarihi iş sözleşmesinin feshi tarihidir. Alacağın muacceliyet tarihinden önce istenmesi mümkün olmadığına göre, ihbar tazminatını fesihten önce istemek hukuken mümkün değildir, fesih tarihinde veya fesih tarihinden sonra istenmelidir. İhbar tazminatında temerrüt (faizin başlamasına neden olan borçlunun direnmesi) ise muacceliyet tarihi veya sonraki bir tarihtir. İhtar göndermeden veya icra takibi yapılmadan dava açılmışsa dava tarihi temerrüt tarihidir. Davadan önce ihtar veya icra takibi varsa, ihtar veya icra takip tarihi temerrüt tarihidir. Ya da taraflar arasında belirlenmiş bir ödeme günü (vade) varsa, temerrüt tarihi vade tarihidir. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere, alacak önce muaccel olmakta, temerrüt sonradan gelmektedir.
Kısaca özetlemek gerekirse, muaccel olmuş bir alacağın temerrüde uğraması için; belirlenmiş vadenin gelmesi; ihtar çekme; icra takibi yapma veya alacak davası açma yollarından birinin gerçekleşmiş olması gerekmektedir.
İş Hukuku Açısından Muacceliyet
Daha önce de izah edildiği üzere, alacağın (borcun) muaccel olması demek; o alacağın talep edilebilir duruma gelmesi ya da başka bir deyişle talep edilebilmesi için önünde engel kalmamış olması demektir. İş hukuku kapsamındaki alacakların muaccel olması, alacak kalemlerine göre değişmektedir. Aşağıda iş hukukundaki alacak kalemlerinden önemli gördüğümüz bir kısmının muacceliyet tarihlerine değinilecektir.
İş hukukunda önemli bir yere sahip olan ihbar ve kıdem tazminatlarının talep edilebilir duruma gelmesi için, alacaklı işçinin iş sözleşmesinin sona ermiş olması gerekir. Bu nedenle iş sözleşmesinin sona erme (fesih) tarihi de ihbar ve kıdem tazminatları için muaccel olma tarihidir ve fesihten itibaren talep edilebilirler. Bu tazminatları fesihten önce talep etmenin yasal bir temeli yoktur.
İş Yasası’nın 59. maddesinde düzenlenmiş olan “sözleşmenin sona ermesinde izin ücreti”, işçinin hak kazanıp da kullanmadığı senelik izinlerinin karşılığı olan ücret olup, senelik izin ücretinin muaccel olma tarihi senelik izne hak kazanma tarihi değil, iş sözleşmesinin sona erme (fesih) tarihidir. İşçi, kullanmadığı senelik izinlerin ücretini, fesihten önce isteyemez.
Yargıtay da “işçinin ihbar ve kıdem tazminatı ile yıllık izin ücreti sözleşmenin feshi ile muaccel hale gelir” görüşündedir.[18]
İşe iade davası sonunda yasal sürede işe başlama başvurusu yaptığı halde işe başlatılmayan işçinin boşta geçen 4 aylık süre ücretinin muaccel olma tarihi, işçinin işverene yaptığı başvuru tarihidir. Başvurunun işverene ulaştığı tarihte 4 aylık ücret muaccel duruma gelir. İşe başlatmama tazminatı (iş güvencesi tazminatı) için muaccel olma tarihi ise işçinin işe başlatılmadığı (iş sözleşmesinin yeniden feshedildiği) tarihtir. İşe başlatmama tarihi, işçinin başvurusuna işveren tarafından cevap verilmemesi halinde İş Yasası’nın 21/1. maddesinde belirtilen bir aylık sürenin son günüdür. Buradaki bir aylık sürenin sonunu, işçinin işverene yaptığı başvurunun otuzuncu günü olarak anlamak gerekir. Şayet işveren bir aylık sürenin sonunun beklemeden, işçiyi başlatmayacağını otuzuncu günden önce bildirmişse, bu bildirim tarihi muaccel olma tarihidir.
İş Yasası’nın 32/4. maddesine göre “ücret en geç ayda bir ödenir.” Ücret ve ücretin eklerinde (ikramiye, sosyal yardımlar vs.) ödenmesi gerektiği gün, muacceliyet tarihidir. Fazla çalışma ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti de ücret gibi ödenmesi gereken günde muaccel olurlar. “Ödenmesi gereken gün” bireysel ya da toplu iş sözleşmeleri ile de belirlenmiş olabilir. Yargıtay da ücretin muacceliyeti konusunu bir kararında izah ederken; “4857 sayılı İş Kanununa göre ücret en geç ayda bir ödenir. İş hukuku mevzuatımızda Basın İş Kanununun 14. maddesi hariç, ücretin peşin ödeneceğine dair bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu nedenle ücret çalışılan ayı takip eden aybaşında muaccel hale gelmektedir. Fazla mesai, hafta tatili ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücretlerinin muacceliyet tarihleri normal aylık ücret gibidir” denilmektedir.[19]
İş Yasası’nın 5. maddesinde düzenlenmiş olan ayrımcılık tazminatının muacceliyet tarihi, ayrımcılıkla ilgili davranışın, tutumun, olayın gerçekleştiği tarihtir.
İş kazası ve meslek hastalıkları sonucunda işverenden talep edilen maddi ve manevi tazminatlarının muaccel olma tarihi, iş kazalarında kazanın vuku bulduğu tarihtir; kaza sonucunda işçi kazadan sonraki günlerde ölmüşse ölüm tarihidir. Meslek hastalıklarında ise hastalığın teşhis tarihidir. Maddi ve manevi tazminatın talep edilebilmesi için iş sözleşmesinin feshedilmesine gerek yoktur, iş sözleşmesi devam ederken de bu tazminatlar muaccel duruma gelirler ve talep edilebilirler.
Daha önce de değindiğimiz gibi, muacceliyet hali borca faiz uygulanmasını gerektirmez; faiz uygulanabilmesi için borcun (alacağın) temerrüde uğraması gerekmektedir.
İş Hukuku Açısından Temerrüt
Arabuluculuk Uygulamasından Önceki Durum
İş hukukunda da diğer alanlarda olduğu gibi, belirlenmiş bir vadenin varlığı halinde, vadenin gelmesi ile borç ödenmez ise vade tarihinde temerrüt gerçekleşmiş olur (TBK, md. 117/2). Bu durumda da faizi vade tarihinden itibaren istemek mümkün hale gelir. Özellikle işçi ücretlerinin ödenmesi konusunda bireysel ya da toplu iş sözleşmelerinde ücretin ödenme zamanı belirlenmektedir ki, bu belirlenen tarihte ücret ödenmez ise temerrüt de doğmuş olmaktadır. Vade belirlenmemiş ise karşı tarafın temerrüde düşmesi için ihtarname ile alacağın talep edilmiş olması gerekir. Borçlar Kanunu’nda ihtarname konusu; “muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtariyle temerrüde düşer (Borçlar Kn. md. 117/1)” şeklinde düzenlenmiştir. Belirtelim ki, ihtarname çekmeden icra takibi yapılması veya dava açılması da ihtarname yerine geçer ki, bu durumlarda da icra takip tarihi ve dava tarihi temerrüt tarihi kabul edilmektedir. Bir başka deyişle icra takibinde bulunmak ya da dava açmak da ihtarname kapsamında kabul edilmektedir. Bu arada hatırlatılması gereken önemli bir husus da, iş hukukunda yaygın bir konu olan dava değerinin ıslah ile artırılmasıdır. Dava dilekçesindeki miktar için dava tarihi temerrüt tarihidir, ancak ıslahla artırılan kısmın temerrüt tarihi ıslah tarihidir. Burada hatırlatılması gereken bir husus da belirsiz alacak davalarında ıslahla değer artırma söz konusu olmadığı için, harca esas miktarı artırmak ıslah değildir, belirsiz alacak davasında dava tarihi alacağın tamamı için temerrüt tarihidir.
İş hukukundaki bazı alacak türlerinde “kendiliğinden temerrüde uğrama” söz konusudur. Bu durumlarda muaccel olma ile temerrüde uğrama aynı tarihtir. Temerrüt için önceden ihtar çekmeye de gerek yoktur. Örneğin kıdem tazminatında kanuni düzenleme gereğince iş akdinin feshi tarihi, hem muacceliyet hem de temerrüt tarihidir. Faiz de fesih tarihinde istenebilir, yani önceden ihtar çekmeye gerek yoktur. Benzer bir durum iş kazası ve meslek hastalığına dayalı maddi ve manevi tazminat davaları için de söz konusudur. İş kazalarında kaza tarihi, meslek hastalığında teşhis tarihi hem muacceliyet ve hem de temerrüt tarihidir. Haksız fiile birlikte temerrüt kendiliğinden gerçekleşmiştir. Temerrüt için önceden ihtar çekmeye gerek yoktur. Borçlar Kanunu müşterek hukukun “fur semper in mora; gaspeden daima temerrüt halindedir” prensibini açıkça zikretmemiştir. Bununla beraber, bir şeyi iadeye veya haksız bir fiil sebebiyle zarar veya ziyan ödemeye mecbur olan kimse hakkında, hukukun genel hükümlerine göre, mütemerrit bir borçlu gibi muamele edilecektir.[20]
Arabuluculuk Uygulamasının Temerrüt İşlevi Görmesi
İş hukukunda zorunlu arabuluculuk uygulaması 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 3’üncü maddesinin 01.01.2018 tarihinde yürürlüğe girmesi ile başlamıştır. İşçinin işverenden ve işverenin de işçiden talep edeceği alacak ve tazminatlar ile işe iade davalarında arabuluculuk dava şartı haline gelmiştir. İş kazası ve meslek hastalığından doğan maddi ve manevi tazminat davaları zorunlu arabuluculuğa tabi olmamakla birlikte ihtiyari arabuluculuğun konusu olabilecek nitelikte alacaklaradır. Gerek dava şartı olsun gerekse ihtiyari arabuluculuk konusu olsun, arabuluculuktan geçmiş bir alacak konusunda anlaşma sağlanamamış ise, o alacak konusunda alacaklının borçluya bir başvurusu söz konusu olmaktadır. Her ne kadar arabuluculuk başvurusu doğrudan karşı tarafa değil de adliyelerdeki arabuluculuk ofisine yapılmaktaysa da, görevlendirilen arabulucu başvurucunun talebini diğer tarafa iletmek durumundadır. Ya da iki tarafı bir araya getirerek, başvurucunun talebini doğrudan diğer taraf iletmesi sağlanmaktadır. Anlaşıldığı üzere, borçlu taraf, alacaklının talebine bu şekilde muttali olmaktadır. Bu durumda arabuluculuk müzakeresinin özünde, alacaklının alacağını tür ve miktar olarak karşı tarafa (borçluya) iletmiş olduğu hususunu da içerdiğinde kuşku kalmamaktadır. İhtarla, icra takibiyle veya dava yoluyla alacağını karşı tarafa bildirme işlevinin arabuluculuk sürecinde de mevcut olduğu açıkça görülmektedir. Bu gerçek karşısında, nasıl ki, ihtarname, dava dilekçesi, icra takibi gibi girişimler borçluyu temerrüde düşürüyor ise, arabuluculuk girişimi de alacaklı karşısında borçluyu temerrüde düşürmüş olması gerekir.
YARGITAY KARARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Yukarıda metnini verdiğimiz Yargıtay 9. HD’nin 2022 yılında vermiş olduğu kararda, konumuz dışında olan hususlar da mevcuttur. Konumuz temerrüt ve arabuluculuğun temerrüt işlevi görüp görmeyeceği hususu olduğu için, burada kararın sadece o kısmı ile ilgileneceğiz. Yargıtay’ın kararından anlaşıldığına göre, işçinin ücret, ikramiye ve ilave tediye alacakları için ilk derece mahkemesi temerrüt tarihlerini, yani faizin başlangıç tarihlerini hatalı değerlendirmiştir. Bireysel ve toplu iş sözleşmesinde ücret ve ikramiye için kesin bir ödeme tarihinin belirlenmemiş olması nedeniyle ilk derece mahkemesinin bu konudaki kararının hatalı olduğu Yargıtay kararında vurgulanmıştır. İlave tediye için ise ilgili kanunda (6772 sayılı yasanın 4’üncü maddesi) ödeme zamanının Bakanlar Kurulunca belirlendiği, taraflar arasında bir ödeme günü belirlemesi olmadığı için ilk derece mahkemesi kararının bu yönüyle de hatalı olduğu sonucuna ulaşıldığı anlaşılmaktadır. İlk derece mahkemesinin bu hatalarını belirttikten sonra Yargıtay şöyle demektedir:
“Dairemizin yerleşik uygulaması uyarınca, işçi muaccel alacaklarını tek tek belirtmek kaydıyla ihtarname ile işvereni temerrüde düşürebilir. Söz konusu ihtarnamede alacak miktarlarının belirtilmesi gerekmez. Dava tarihinden önce yürütülen arabuluculuk süreci sonucunda anlaşma yapılamadığına dair düzenlenen son tutanak bu bağlamda değerlendirildiğinde dava konusu alacakların dava tarihinden önce arabuluculuk aracılığıyla talep edilmesi karşısında davalı işverenin arabuluculuk son tutanak tarihi itibariyle temerrüde düştüğünün kabulü gerekmektedir. Bu sonuç davalı işverenin usulüne uygun davet edilmesine rağmen arabuluculuk görüşmelerine katılmadığı durumlarda da geçerlidir. Dolayısıyla mahkemece hüküm altına alınan fark ücret, fark ikramiye ve fark ilave tediye alacaklarına daha önce temerrüdün gerçekleştiği ispat edilemediğinden, arabuluculuk son tutanak tarihinden itibaren faiz işletilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.”
Yukarıda temerrüt bahsinde izah ettiğimiz üzere, karşı tarafa ihtarname göndererek borçluyu temerrüde düşürmek mümkündür. Nitekim bu konu Borçlar Kanunumuzun 117/1. maddesinde de düzenlenmiştir. Yargıtay da buna değinme ihtiyacı duymuş ve devamında da, dava tarihinden önce arabuluculuk müzakeresi yapıldığı için, arabuluculuk son tutanak tarihinin temerrüt tarihi olarak kabul edilmesi gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Daha önce de izah ettiğimiz üzere arabuluculuk müzakeresi, anlaşma olup olmamasından bağımsız olarak, alacaklının alacağını borçluya iletme ve talep etme iradesini de içermektedir. Bu iradenin ihtarnamedeki, icra takibindeki ve dava dilekçesindeki iradeden farkı yoktur. İhtarname, icra takibi ve dava açmış olmak borçluyu temerrüde düşürdüğüne göre, arabuluculuk girişiminin de borçluyu temerrüde düşürmüş olduğundan kuşku etmemek gerekir.
SONUÇ
Yargıtay’ın ulaştığı sonucun isabetli olduğu ve karara katıldığımızı belirtirken, bazı hususların da yeri gelmişken izah edilmesinde yarar görmekteyiz. İş hukukundaki “taleple bağlılık ilkesi” gereğince dava dilekçelerinde faiz talep ederken faizin türünü ve faizin başlangıç tarihinin de belirtilmesi gerekir. Özensiz dilekçelerde bu hususa gerekli önemin verilmediği, genel bazı ifadelerin kullanıldığı da görülmektedir. Arabuluculuk son tutanağının temerrüt işlevi görmesi, alacaklı taraf için faiz açısından önemli bir avantaj sağlamaktadır. Ama bu avantajın farkında olmayan davacı taraf, faizi dava tarihinden isterse, faiz kaybına neden olacaktır. Bu nedenle faiz talep edilirken, istenebilecek en eski tarihten (temerrüdün gerçeekleşmesi şartıyla) talep edilmelidir. Arabuluculuk son tutanak tarihi, kronolojik olarak dava tarihinden daha eski, daha önce olduğuna göre, avantajlı olan tarihten, yani arabuluculuk son tutanak tarihinden faiz istemek gerekecektir. Arabuluculuğun yeni bir uygulama olması nedeniyle, bu avantajı bir çok davacı ıskalayarak, dava tarihinden istemektedir. Aynı durum ıslahla dava değerinin yükseltilmesinde de söz konusudur. Dava dilekçesindeki miktarın faizini arabuluculuk son tutanak tarihinden istenebileceği gibi, ıslahla artırılan kısmın faizi de arabuluculuk son tutanak tarihinden istenebilecektir. Bu önemli avantajın unutulmaması gerekir.
Hatırlatılması gereken bir diğer husus ise, bazı alacaklarda arabuluculuk son tutanak tarihinden daha avantajlı durumun söz konusu olmasıdır. Örneğin kıdem tazminatında fesih tarihinden itibaren faiz istemek mümkün iken, arabuluculuk son tutanak tarihinden istenmesi faiz kaybına neden olur. Kronolojik olarak fesih tarihi, arabuluculuk tarihinden daha öncedir, bu nedenle avantajlı olan fesih tarihinden istemektir. Dava şartı olmamakla birlikte, ihtiyari arabuluculuğa müsait olan iş kazasına bağlı maddi ve manevi tazminat davalarında da faizin kaza tarihinden itibaren istenmesi mümkün iken, arabuluculuk son tutanak tarihinden istenmesi ciddi faiz kaybına neden olabilir. İş kazalarında faizin, kaza tarihinden itibaren talep edilmesi hem mümkün hem avantajlıdır.
KAYNAKÇA
AYRANCI, Hasan; Türk Borçlar Hukukunda Munzam Zarar, Yetkin Basım Yayım Dağıtım A.Ş., Ankara 2006
BARLAS, Nami;Para Borçlarının İfasında Borçlunun Temerrüdü ve Bu Temerrüt Açısından Düzenlenen Genel Sonuçlar, Kazancı Kitap Ticaret A.Ş., İstanbul 1992;
EREN, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Beta Basım Yayım Dağıtım A. Ş., 8. Baskı, İstanbul 2003
HELVACI, Mehmet; Borçlar ve Ticaret Kanunu Bakımından Para Borçlarında Faiz Kavramı, Beta basım yayım dağıtım A.Ş., İstanbul 2000;
ÖÇAL, Akar; Türk Hususi Hukukunda Gecikme Faizi, Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları No: 26/3, İstanbul 1965;EVREN, Faiz Hukuku, İstanbul 1987;
REİSOĞLU, Safa, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. 12. Baskı, İstanbul 1998
SEROZAN, Rona; İfa, İfa Engelleri, Haksız Zenginleşme, Filiz Kitabevi, İstanbul 2009
Von TUHR, Andreas; Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı (Çeviren: Cevat Edege), Yargıtay Yayınları, Ankara 1983
YILMAZ, Ejder; Hukuk Sözlüğü, Yetkin Basım Yayım Dağıtım A.Ş., Genişletilmiş 6. Baskı, Ankara 2001
[1] BİLGİLİ, Abbas, İş Hukukunda Faiz Uygulaması Açısından Muacceliyet ve Temerrüt Kavramları, Sarper Süzek’e Armağan, Cilt II, s. 1557 vd.
[2] YILMAZ, Ejder,Hukuk Sözlüğü, Yetkin Basım yayım Dağıtım A.Ş., Genişletilmiş 6. Baskı, Ankara 2001, sh. 599
[3] EREN, Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş., 8. Baskı, Ankara 2003; sh. 1048; AYRANCI, Hasan,Türk Borçlar Hukukunda Munzam Zarar, Yetkin Basım Yayım Dağıtım A.Ş., Ankara 2006 sh. sh 53, 44
[4] EREN, 1049; AYRANCI, 44
[5]BARLAS, Nami, Para Borçlarının İfasında Borçlunun Temerrüdü ve Bu Temerrüt Açısından Düzenlenen Genel Sonuçlar, Kazancı Kitap Ticaret A.Ş., İstanbul 1992, s. 21
[6] EREN, 1049
[7] ÖÇAL Akar; Türk Hususi Hukukunda Gecikme Faizi, Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları No: 26/3, İstanbul 1965;EVREN, Faiz Hukuku, İstanbul 1987, s. 44, 45
[8] BARLAS, 22
[9] Yargıtay 9. HD. 25.02.2010 T., E.2008/43452, K.2010/4873 (İstanbul Barosu Dergisi, Cilt: 84, Sayı: 4, Yıl: 2010, sh. 2467-2473)
[10] Yargıtay 9. HD. 22.12.2009 T., E.2009/34264, K.2009/36570
[11] Yargıtay 9. HD. 11.06.2009 T., E.2008/3775, K.2009/16587
[12] YILMAZ, 863
[13] SEROZAN, Rona, İfa, İfa Engelleri, Haksız Zenginleşme, Filiz Kitabevi, İstanbul 2009, sh. 215
[14] VON TUHR, Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı (Çeviren: Cevat Edege), Yargıtay Yayınları, Ankara 1983, sh. 605; AYRANCI, 53
[15] BARLAS, 17
[16] REİSOĞLU, Sefa, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. 12. Baskı, İstanbul 1998, sh. 294
[17] Yargıtay 9. HD. 22.12.2009 T., E.2009/34264, K.2009/36570
[18] Yargıtay 9. HD. 22.12.2009 T., E.2009/34264, K.2009/36570
[19] Yargıtay 9. HD. 22.12.2009 T., E.2009/34264, K.2009/35570
[20] VON TUHR, 611